...:::Yunan Mitolojik Tanrıları - 2 :::...

Hestia ( Vesta)

İnsanın Yaratılışı

İlk Kadının Yaratılmaşı

Lykaon Ve Kallisto

Kronos'un Saltanatı

Ares'ın Oğlu Kyknos

Leda

Kral Midas’ın Kulaklarının Uzaması

Nıobe'nın Kaya Oluşu

Artemis Ve Büyük Aşkı Orion

Keçi Ayaklı Pan

Pygmalıon

Pyramos Ve Thısbe

Hyakınthos Adlı Gencin Sümbül Oluşsu

Büyük Tanrılar

Tufan, Deukalıon Ve Pyrrha

Uranos "Gök" Ve Gaıa "Yer

Hephaıstos ( Vulcan )

Zeus'un Doğuşu

Kadın Tanrıçalar Nasıl Oluştu

Dünyanın İlk Güzellik Yarışması

Idun ; Kutsal Sonsuz Gençlik

 

HESTIA ( VESTA) Mitolojide Hestia aile ocagini temsil eden bir tanriçadir. Hetia Kronos ve Rhea'nin kizi, Zeus'un da kiz kardesidir. Ilk dogan tanriça oldugundan tanrilar katinda büyük saygi görür bas tanri Zeus bile ona saygi gösterir, onu çok severdi. Hestia sadece tanrilar tarafindan degil insanlar tarafindan da çok sevilir ve sayilirdi. Fakat bu sevgi ve saygi onu hiç bir zaman simartmadi. O her zaman alçak gönüllü ve iyi niyetli davranir. Tanrilari öfkelendiren olaylar karsisinda sakinligini korurdu. Bu çok sevilen tanriçanin talibi de çoktu. Poseidon ve Apollon ona asikti. Bir çok defa kendisiyle evlenme istediklerini dile getirmelerine ragmen Hestia her ikisini de red etti. Evlenmeyi düsünmüyor, istemiyordu. Ancak Poseidon ve Apollon pes etmediler. Bir gün Hestia'nin pesine düstüler, onu sikistiriyorlardi. Hestia zorlukla onlarin ellerinden kurtulup Zeus'a sigindi ve kendisini korumasini istedi. Ve Zeus bu çok sevdigi tanriçayi himayesine alarak sonsuza dek bekar kalma arzusuna saygi gösterecegine dair ona söz verdi ve onu her zaman korudu. Hestia insanlara ev yapmalarini ögretir, aile hayatina ait huzuru. Mutlulugu saglardi. Ailenin kutsalligini temsil eden Hestia bas tanriça olarak sayilir buna göre saygi görürdü. Aileler evlerinde Hestia namina her zaman yanan bir ates bulundururlardi.

sayfa başına dön  ]

 

İNSANIN YARATILIŞI Titan Iapetos'un dört oglu olmustu. Bunlardan Menoitios ve Atlas; Zeus'e baskaldiran Titan'larla beraber olduklarindan cezalandirilmislardi. Menoitios hainliginden ve ölçüsüz cüretinden dolayiErebes'e daldirilmisri. Atlas ise dünyanin öbür ucunda ve Hesperides'lerin önünde omuzlarina gök kubbesini yüklenerek ayakta beklemek cezasina çarptirilmisti. Diger iki kardes Prometheus ve Epimetheus'un kaderleri daha farkli oldu. Her ikiside insanin yaratilisinda önemli rol oynadilar. Olympos tanrilarinin kudretine ve kuvvetine karsilik Prometheus'ta kurnazlik ve zeka vardi. Titanlarin meshur isyanlari sirasinda tarafsiz davranan bir Titan oldugu halde bas tanri kendisine baskaldirmadigi, tersine saygi gösterdigi için Prometheus'u Olympos'a ölmezler arasina kabul etmisti. Fakat kendi irkini mahveden Zeus'a karsi içinde büyük bir kin ve öfke olan Prometheus, tanrilarini inkar edecek, onlari hiçe sayacak ve isleyecekleri kötülüklerle en vahsi hayvanlara bile tas çikartacak, dünyanin basina bela olacak bir mahluk'u, insani yaratarak intikam almaya karar verdi. Prometheus ilk insani çamuru göz yaslariyla karistirarak yaratti.Buna aslanin gücünü, tavusun kibrini, tilkinin kurnazligini tavsan'in ürkekligini katti. Fakat insan çiplakti, kendisini koruyacak hiç bir seye sahip degildi. Dogdugu günden itibaren acilari, üzüntüleri, ve bitmek bilmeyen ihtiyaçlari basliyordu. Ilk insan çig meyvalarla, kanli etlerle beslenip, elbise yerine bitkilerin yapraklarina sariliyorlardi. Günesin faydalarini bilmeden kendilerini karanlik oyuklarda sakliyorlardi. Yarattigi mahluklara aciyan Prometheus insanlari daha iyi bir sekilde yasatabilmek, vahsi hayvanlara karsi etkili silahlarla koruyabilmek, topragi sürmeye yarayacak gerekli aletleri elde edebilmek için onlara madenleri islemeyi ve atesi vermeye karar verdi. Içi bastan basa oyuk fakat yanabilir bir özle kapli olan Ferule "Seytantersi agaci" denilen agaçtan bir dal koparip Lemnos adasina gitti. Hephaistos'un (Ates Tanrisi) alevler fiskiran ocagina yaklasti ve madenleri eriten kizgin atesinden bir kivilcim çaldi. Elindeki sopanin özünün içine sakladi ve onu ilahi bir armagan olarak insanlara götürdü. O günden itibaren insanlar atesin yardimiyla daha iyi yasamaya basladilar. Yiyeceklerini pisiriyorlar, soguk havada isiniyorlar, karanlik magaralarda çirali odunlari yakarak birbirlerinin yüzlerini görüyorlardi. Fakat bir süre sonra nerden geldiklerini unutarak kendilerini tanrilarla esit tutmaya basladilar. Zeus onlarin böyle simarik davranacaklarini önceden tahmin ettigi için onlara atesi vermemisti. Kendi haberi olmaksizin insanlara atesi hediye ettigi ve onlari simarttigi için Prometheus'a kizarak onu Kafkas daglarinin en yüksek tepesine gönderdi ve atesin, sanayinin tanrisi Hephaistos'tan onu yalçin kayalara çakmasini istedi. Ilahi demirci istemeyerk Zeus'un bu emirine boyun egdi ve Prometheus'un kollarina ayaklarina kirilmaz zincirler geçirerek onlari sikica kayalara çakti. Prometheus'un cezasi bununlada kalmadi..her sabah, kocaman bir kartal kanatlarini açarak süzülüyor ve gelip Prometheus'un cigerlerini yiyordu. Bu vahsi hayvan sivri tirnaklarini Prometheus'un gögsüne batiriyor ve korkunç gagasi ile cigerini didikliyordu. Aksama kadar yedigi ciger, gece sabaha kadar tekrar bitiyor, çogaliyor eski haline geliyordu. Bu iskence tam bin sene sürecekti. Fakat otuz sene sonra Zeus Prometheus'a acidi ve onu affederek tekrar ölümsüzler arasina Olympos dagina aldi. 

sayfa başına dön  ]

ILK KADININ YARATILMASI Prometheus'un kurnazlikla çalarak insanlara verdigi akil onlari simartinca Zeus o zamana kadar yalniz erkeklerden ibaret olan insan topluluguna ceza vermek istedi ve onlara kadini gönderdi. Zeus , oldukça basarili bir usta olan oglu Hephaistos'tan kadini yaratmasini istedi. Hephaistos babasinin istegi üzerine çamuru su ile yogurdu ve görenleri sasirtacak güzellikte bir kadin vücudu yaratti. Olympos'ta oturan tanriçalarin en güzeli olan ve kendi karisi olan Aphrodite'in vücudunu model olarak kullanmisti. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kivilcim koydu. O zaman heykelin gözleri açildi. Kollari bacaklari kipirdamaya ve dudaklari konusmaya basladi. Onu süslemek için bütün tanrilar ve tanriçalar yardim ettiler. Herkes kendisinden ona bir sey armagan etti ve ona Rumca "bütün armagan" anlamina gelen Pndora adini taktilar. Athena ona güzel bir kemer, süslü elbiseler verdi. Letafet perileri Kharites beyaz gögsüne parlak altin gerdanlik taktilar. Aphrodite basina güzellikler saçti. Güzel saçli Horalar ilkbahar çiçekleriyle onu süslediler. Hermes Pandora'nin kalbine, hiyanet ve aldatici sözler yerlestirdi. Zeus da ona esrarli bir kutu armagan etti ve ona dediki; Sakin verdigim kutuyu açma, içindeki iyi seyler uzaklara kaçar ve onlarin yerine fenaliklar gelir, seni rahatsiz ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanlarin saadeti ve felaketi bu kutunun açilip açilmamasina baglidir. Böyle dedikten sonra bas tanri ilk kadini yeryüzüne indirdi ve Prometheus'un kardesi Epimetheus'a gelin olarak gönderdi. Prometheus kardesine Zeus'dan hiç bir sekilde hediye kabul etmemesini tembih ettigi halde Pandora'nin güzelligine hayran kalan Epimetheus ögüdü tutmadi ve onunla evlendi. Pandora da tipki tüm kadinlar gibi dogustan merakli oldugunda dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabilecegini düsünmeye basladi ve Zeus'un uyarisini unutarak kutuyu açti. Kutunun içindeki hastalik, keder, istirap, yalan, riya gibi insanlari rahatsiz edecek ve onlari felakete sürükleyecek ne kadar kötülük varsa hepsi açilan kutudan kuslar gibi uçustular. Pandora hatasini anlayarak biraz sonra kutuyu kapadi ancak kutuya kapatilan kötülüklerin arasinda, insanlari yasatacak, teselli edecek "ümit" te vardi. Fakat ümit disari çikamamis kutuda kalmisti.. Böylece Zeus ilk kadini beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almisti.

sayfa başına dön  ]

 LYKAON VE KALLISTO Zeus'un bir gün yolu Arkadia'ya düstü. Arkadia krali Lykaon kan dökücülügü ve acimasiligi ile taninirmis, kendisine misafir olanlari yakalatip öldürmeyi eglence haline getirmis bir kralmis. Zeus bu insafsiz kralin sarayina geldiginde kim olduguu açiklamamis. Lykaon Zeus'u denemek için daha önceden öldürttügü bir yolcunun etinden hazirlattigi yemegi bas tanrinin önüne koymus. Zeus bunun üzerine yildirimiyla sarayi yakip kül etmis ve Lykaon'u da kurta çevirmis. Lykaon'un kizi Kallisto ise Artemis'in yakin arkadasi olan bir periydi. Tanriça ile birlikte ava çikar ona yoldaslik ederdi. O da tipki Artemis gibi evlenmemeye ve bir erkekle birlikte olmamaya yeminliydi. Ancak Zeus bu güzel periyi görür görmez ona gönül verdi ve bir gün Kallisto agaçlarin altinda dinlenirken Artemis'inkiligina girerek yanina yaklasti. Kallisto bastanriyi Artemis sandiginda ondan çekinmedi fakat hatasini anladigi zaman is isten geçmisti. Hamileligini gizlemek için büyük çaba harcadi ancak bir gün arkadaslari ile birlikte gölde yikanirlarken Artemis peri kizin hamile oldugunu fark etti. Zeus sevdigi kizi Artemis'in öfkesinden korumak için Kallisto'yu bir ayiya çevirdi ama bu bile onu Artemis'in öfkesinden korumaya yetmedi. Artemis oklari ile onu delik desik etti. Kallisto ölmeden az önce Arkas adinda bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Bu çocuk daha sonra Arkadia'larin babasi oldu. Kallisto ise öldükten sonra Zeus tarafinda gök yüzüne alindi ve kutup yildiina 'Büyük Ayiya' çevirildi. 

sayfa başına dön  ]

 

KRONOS'UN SALTANATI Uranos öldükten sonra Kronos kainatin tek hakimi oldu. Ilk is olarak kardesleri Titanlari yer altindaki zindanlarindan çikardi. Onun hükümdarligi zamaninda yaratilis devam etti. Khaos ile Erebos'un kizi olan Nyks, Moros "Baht"i, Siyah Kere"Moire"yi, Thnatos"Ölümü", Hypnos "Uyku" ve "Düs" leri dogurdu. Sonra Momos "Alay", Oizys'I "Aci ve Sikayet";Okean'in arkasinda altin elmalari bekleyen "Hesperides"leri; dogumdan ölüme kadar, iyi ve kötü ömrümüzün ipligini egiren "Parkae"leri, Moir'lari; Klotho, Lakhesis,Atropos'i dünyaya getirdi. Daha sonra fanilere dehset veren Nemesis (Öc, hile,kizginlik), Eris (Nifak) dogdular. Nifak'tan da Ponos (Izdirap), Algos(Fenalik), Loimos (Açlik), Apathe (Hile), Savaslar, Adam öldürme, Süphe, Zulüm, Ant dogdu. Deniz-Pontos; Toprak-Gaia ile evlenerek, dogruyu sever hakikatli Nereus, "Kocaman" Thaumas ile Elktra'den Iris; güzel saçli Harpyi'ler dogdu. Phorkys güzel yanakli "Keto" Çelik yürekli; Euyebie'nin dogmasina neden oldu. Nereus ile Okeanos'un kizi Doris'ten Nereides'ler denilen elli kiz dogdu Thaumas ve Elektra'den Iris, güzel saçli Harpyi'ler dogdu. Phorkys ile Kete'den "Igrenç Ihtiyarlik" (Geras) dünyaya beyaz saçlari ile gelen Okean'in ötesinde Hesperides'ler ülkesinde yasayan (Graiai)ler dogdu. Sira Titan'lara gelmisti. Bir kismi kendi akrabalariyla, bir kismi peri kizlari ile evlendiler ve çocuklari oldu. Okeanos ile Thetis'ten bir erkek çocuk, irmaklar ; üç bin kiz, su perileri; sonra akil ve hikmet Tanriçasi Metis, servet Tykhe, cehennem irmagi Styks dogdu. Hyperion ile Theia'dan Günes- Helios, Ay-Selene, Safak- Eos dogdular. Khaeos ile Phebe'den Leto, Asteria dünyaya geldiler. Krios ile Eurybia'dan Astreos, Pallas, Perseus dogdu. Iapetos ile Okeanide, Klymene'den bazilarina göre Asie'den Atlas,Menoetios, Epimetheus, Prometheus dogdular. Sonradan Kronos Rhea ile evlendi. 

sayfa başına dön  ]

 

ARES'IN OGLU KYKNOS Kan dökmekten bikmayan zalim Ares'in çocuklarida tipki kendisi gibiydiler. Bunlardan en yamani Kyknos idi. Bu genç haydut dag baslarinda gezer, yollari keser, önüne çikan yolculari soyup sogana çevirir sonra kim olursa olsun hiç acimadan vahsice öldürürdü. Vahsiligini daha da öteye götürüp öldürdügü insanlarin kafatasindan babasi Ares için bir magbet yapmisti. Ama bir gün Kyknos, büyük kahraman Hercule ile karsilasti. Her zaman ki gibi orman da dolasip kendisine soyacak bir yolcu ararken karsisina Hercule çikti. Hercule hirsizlara ve katillere derslerini vermeyi kendine görev edinmisti, dünyayi dolasarak bir bir insanlara zarar veren bu katilleri yakaliyordu ve Kyknos ta bunlardan biriydi. Kyknos Hercule'ün parlak kalkanini görünce bir an evvel ona sahip olma arzusu ile kim oldugunu bilmeden ona saldirdi. Iki cesur adam siddetli bir kavgaya tutustular, güçleri birbirine yakin oldugundan kavga uzun sürdü. Ikiside yorulmak nedir bilmiyordu. Derken Hercule uzun mizragini savurdu ve Kyknos'u tam bogazindan vurdu. Öglunun öldügünü ögrenen Ares çilgina dönmüstü. Hemen yer yüzüne inip çilgin gibi Hercule'ün saldirdi. Vahsi çigliklar atarak mizragini Hercul'e firlatti ayni anda Athena oraya gelmis ve mizragin yönünü degistirerek Hercule'e yardimci olmustu. Bunu üzerine Ares kilicina sarildi ama o daha kilicini çikaramadan Hercule üzerine saldirdi ve onu bacagindan yaraladi. Ama o bir tanriydi onu öldüremezdi. Bu yüzden onu yarali haliyle birakti. Periler Ares'i Tedavi için tanrilarin dagina götürdüler. Ama ondan önce Ares ölen oglunu beyaz bir kuguya çevirdi.

sayfa başına dön  ]

 

 LEDA Zeus bir gece, güzel bir kugu sekline bürünerek Taygetos daginin tepelerine indi. O yere indigi sirada Aetolia kralinin güzeller güzeli kiz Leda uyuyordu. Zeus güzel kokular saçan kanatlarini çirparak prensesi uyandirdi. Kugu ona dogru yaklasarak uzun boynu ile yüzünü oksadi. "Benden korkma, ben aydinlik tanrisiyim" dedi ona "Istiyorum ki birbirinin esi olan iki çocuk dünyaya getiresin, onlar ay ve günes gibi birbilerini takip ederek yasasinlar. Insanlara iyilik etsinler, can vermek üzere olan gemicilerin yardimlarina kossunlar." Dokuz ay sonra Leda ormanin derinliklerinde bir yumurta yumurtladi. Yumurtanin içinden birbirinin esi olan iki erkek çocuk çikti. Birinin adi Kastor digerininki ise Pollüks oldu. Yumurtadan çikar çikmaz parlak bir yildiz iki kardesin baslarina nur döktü, sonra her ikiside ayni ata binerek ellerinde ayni mizraklarla dört nala oradan uzaklastilar. 

sayfa başına dön  ]

 

KRAL MIDAS'IN KULAKLARININ UZAMASI Efsaneye göre Marsyas adindaki bir Satiros (Keçi ayakli, sivri kulakli yari insan yari hayvan yaratiklar) bir gün kirlarda dolasirken Athena'nin icat ettigi ancak çalarken yüzü çirkinlestiginden firlatip attigi flütü bulmus. Bir tanriçanin eseri oldugu için çok güzel sesler çikaran flütü çalmaya basladi..ve bir süre sonra marifetin kendisinde olduguna inanmaya baslayarak kendini Apollon'a rakip görmeye basladi. Bunun üzerine Apollon kazananin kaybedene istedigini yapabilmesi sartiyla Marsyas ile bir yaris yapmaya karar verdi. Apollon'un arkadaslari olan Musa'lar ve Phrygia (Fyrigia) krali Midas yarismada hakem oldular. Apollon gitari ile çok güzel sarkilar çalarak ortaligi inletti. Marsyas da flütü ile ondan geri kalmayarak çok güzel sarkilar çaldi. Hakemler tereddüt ediyorlardi. Bunun üzerine Apollon Lir'ini eline aldi. Okadar güzel o kadar hos sarkilar çaldi ki daglar taslar heyecandan titrediler. Marsyas Apollon gibi çalamayacagini itiraf etmek zorunda kaldi. Apollon anlasma geregi Marsyas'i ölümle cezalandirdi. Yarisma sirasinda Marsyas'in tarafini tutarak onun daha iyi çaldigini iddia eden Midas'a da ceza verdi. Onun kulaklarinin iyi isitmedigini söyleyerek insanlara özgü kulaklari ona uygun görmedi ve Midas'in kulaklarini uzatarak esek kulaklarina çevirdi. Midas kulaklarindan öyle utaniyordu ki sürekli basinda bir kalpakla dolasmaya basladi. Fakat berberi saçlarini keserken kulaklarini farketmisti. Midas hiç kimseye anlatmama sartiyla berberine yasamini bagisladi. Fakat berber bu sirri içinde saklamakta çok zorlandi. Birilerine söylemezse patlayacagini düsünüyordu, diger yandan söyledigi taktirde Kral'in kendisini öldürmesinden korkuyordu. Sonunda bir gün daha fazla dayanamayarak issiz bir yerde bir çukur açti, ve oraya egilerek yavasça "Haberiniz varmi, Kral Midas esek kulaklidir" diye fisildadi. Bunu söyleyince üzerinden büyük bir yük kalkmis gibi oldu ve rahatladi. Fakat kazdigi çukurun yanindaki kamislari hesaba katmamisti. Kamislar rüzgarla sallandiklari zaman "Midas'in kulaklari esek kulaklari, Midas'in kulaklari esek kulaklari" diye sirri her tarafa yaydilar. 

sayfa başına dön  ]

 

NIOBE'NIN KAYA OLUŞU Niobe, Lydia krali Tantolos'un kizi, Thebai krali Amphion'un ise karisiydi. Çok kibirli ve hirsli bir kadindi. Hepsi birbirinden güzel tam oniki tane çocugu vardi. Altisi kiz, altisida erkekti. Bundan dolayi kendini öyle begeniyordu ki Thebai kadinlarinin büyük saygi duyduklari Tanriça Leto'yla sadece iki çocugu var diye alay ediyordu. Niobe daha fazla çocugu oldugu için tanriça Leto'dan daha çok saygi görmesi gerektigini söylüyordu. Leto bunlari duyunca çok üzüldü. Bunun yaninda çok da öfkelenmisti. Iki tanriya ana olan bir kadina hakaret ettigi için Niobenin cezalandirilmasini istedi. Çocuklari Artemis ve Apollon'u yanina çagirarak durumu anlattiginda iki kardes Niobe'ye hak ettigi cezayi vermek için derhal harekete geçtiler. Niobenin alti oglu Kitheron daginin kayaliklarla örtülü sarp yamaçlarinda avlanirlarken Apollo ögle vakti onlari kistirdi ve görünmez oklari ile altisinida yere serdi. Haber duyulunca alti kiz kardes, kardeslerinin ölülerinin bulundugu daga kostular. Fakat yol çok uzundu veonlar oraya ulasana kadar gece olmustu. Karanlikla birlikte Artemis de gök yüzünde parlamaya basladi. Annesini üzen kadinin kizlarini görünmez oklari ile avladi. Tam dokuz gün hiç kimse daga çikip oniki kardesin cenazelerini almaya cesaret edemedi. Bu yüzden cenaze törenleri de yapilamadi. Niobe çocuklarinin basina gelen bu felaketten dolayi günlerce agladi kendini yerden yere vurdu. Acisi öyle büyüktüki çocuklarinin öldükleri daga çikip Zeus'tan kendisini kayaya çevirmesini istedi, ve Zeus'ta bu acili anne'nin istegini yerine getirip onu çocuklarinin cenazesinin basinda kayaya çevirdi. 

sayfa başına dön  ]

 

ARTEMIS VE BÜYÜK AŞKI ORION Artemis günün birinde uzun boylu iri yapili fakat çok yakisikli bir avci olan Orion'u görerek ona asik oldu. Öyleki bir zamanlar kendi kendine aldigi evlenmeme kararini bile unutup bu yakisikli avci ile evlenmek istedi. Fakat Apollon kizkardesinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kiz kardesini vaz geçirmek iin çok ugrasti ancak Artemis onu dinlemedi. Kardesinin Orion'a duydugu sevginin ne kadar büyük oldugunu görüncede bunu kiskanmaya basladi. Ne söylerse söylesin kardesi Artemis'I vaz geçiremeyecegini anlayinca hileye basvurarak Orion'u ortadan kaldirmaya karar verdi. Birgün Orion denize girmis yüzüyordu. Kiyidan okadar uzaklasmisti ki, basi kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kizkardesini yanina çagirdi, uzaktan görünen kara noktayi ona göstererek "Oraya kadar okunu gönderebilirmisin" dedi. Artemis heyecanla yayini hazirlarken o kara noktanin sevdigi erkegin kafasi olabileceginin nerden bilecekti ki. Yayini çekti ve ok firladi. Çok iyi nisanci olan Artemis'in oku tam hedefi vurmustu ve Artemis bilmeden sevdigi erkegi basindan vurmustu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutlarin ardina gizlendi gök yüzünde dolasmaz geceleri yeryüzünü aydinlatmaz oldu. Sonunda bir gün babasinin yanina giderek ondan Orion'u bir takim yilz olarak gök yüzüne çikarmasini istedi. Zeus ta kizinin bu arzusunu yerine getirdi.

sayfa başına dön  ]

 

KEÇI AYAKLI PAN Hermes'in bütün çocuklarinin en efsanevi olani, sürülerin, çobanlarin ve kirlarin tanrisi olan Pan idi. Pan daglik Arkadia'da dogmustu. Efsaneye göre Hermes genç bir Nympha ile evlenmek için kizin babasinin yaninda çoban olarak çalismaya baslamis. Onun koyunlarini gütmüs ve kisa bir süre sonra hem babanin hemde kizin gönlünü kazanmis. Böylece sevdigi kizla evlenebilmis. Bu evliligin sonucunda keçi ayaklari ve kuyrugu ile Pan dünyaya gelmis. Alninda iki boynuzu çenesinde de bir teke sakali varmis. Ormanlarda, kayalarda ve magaralarda yasayan Pan, sürüleri göz etmekten, perileri seyretmekten, flüdünün ahenkli sesleri ile çobanlari sairtmaktan büyük zevk alirdi. Ama bazen de kötü niyetli kötü bir varlik gibi issiz yerlerde, dag baslarinda, yolunu sasiran, tek kalan insanlara görünür onlari korkuturdu. Bütün tabiat zevkleri ve ayni zamanda korkulari Pan'dan gelirdi.

sayfa başına dön  ]

 

 PYGMALION Bir zamanlar Kibris adasinda Pygmalion adinda bir heykel tras yasardi. Bu adam meslegine asikti. Hayattaki tek zevki yaptigi bu cansiz dilsiz heykelleri ile ilgilenmekti. Insanlardan uzakta tek basina yasamayi seçmisti, insanlarin arasina karismaz onlarla konusmaz dertlesmezdi. Heykellerinden baska kimseye önem vermez sabahtan aksama kadar onlarla vakit geçirir, yeni heykeller yapar dertlerini tasalarini onlara anlatirdi. Bir gün bu heykeltras fildisinden bir kadin heykeli yapti. Bu heykel o kadar güzel o kadar etkileyici oldu ki, Pygmallion kendi yaptigi heykele asik oldu. Onu bütün kalbiyle sevdi ancak heykel cansiz oldugu için bu garip heykeltrasin sevgisine karsilik veremiyordu. Bir gün Pygmalion bu güzel heykeli sevip oksarken, Aphrodite bu zavalli adama acidi ve cansiz fildisinden yapilmis heykele can verdi. Pygmalion heykelin canlanip kendisine karsilik verdigini görünce hayrete düstü. Bir mucize olmus esik oldugu heykel canlanmisti. O günden sonra Pygmalion sevdigi kadinla çok mutlu bir hayat sürdü. Üstelik artik insanlardan da kaçmiyor onlarin arasina katiliyordu. 

sayfa başına dön  ]

 

PYRAMOS VE THISBE Yasadigi devrin en yakisikli delikanlisi olan Pyramos ile bütün sark güzellerini gölgede birakacak bir güzellige sahip olan Thisbe Semiramis'in saltanat sürdügü memelekette birbirlerine asik olan iki gençti. Birbirlerine bitisik evlerde dogup büyümüser daha çocuk yaslarda birbirlerine gönül vermislerdi. Yaslari büyüdügünde evlenmeye karar verdiler ancak aileleri buna izin vermedi. Onlari birbilerine uygun görmüyorlardi. Ve görüsmelerine engellemeye çalistilar ama iki sevgili ne yapip edip görüsmenin bir yolunu buldular.Evleri ayiran duvarda küçük bir yarik vardi. Bu yarigi ikisinden baska kimse bilmiyordu. Her gün ayni saatte orada bulusur gizlice o yariktan dogru konusur birbirlerine güzel sözler fisildar asklarina karsi çikan ailelerinden yakinirlardi. Bir gün birlikte kaçmaya karar verdiler. Ayri ayri evlerinden çikip Ninus'un mezarinin basinda bulusmaya karar vermislerdi. Kararlastirdiklari gece Thisbe karanliktan yararlanip gizlice evden kaçti ve uzun bir yürüyüsün ardindan Ninus'un mezarina ulasti ve kararlastirdiklari gibi Pyramos'u agacin altinda beklemeye koyuldu. Fakat tam o sirada agaçlarin arasindan agzinda henüz parçaladigi bir hayvanin kan lekesiyle disi bir arslan çikageldi. Thisbe korkuyla kaçarak uzaklasti ve yakindaki bir magaraya gizlendii kaçarken basindaki tülü düsürmüs ancak geri dönüp almaya cesaret edememisti. Arslan derede susuzlugunu giderdikten sonra tekrar ormana dönüyordu ki yerde Thisbe'nin esarbini gördü ve kanli disleriyle parçaladi. Randevu yerine biraz geç gelen Pyramos arslanin yerde biraktigi izleri görünce içine bir korku düstü ardindan sevdiginin parçalanmis kanli tülünü fark etti ve korkusu aciya dönüstü. Göz yaslari içersinde Thisbe'nin tülüne sarildi, sevdiginin haksiz ölümü onu kahretmisti. Bu aciya dayanamiyarak kinindan biçagini çikardi ve sevdigine kavusabilme umuduyla biçagi tam gögsüne sapladi ve kani yere aksin diye ölmeden biçagi geri çikardi. Thisbe korkudan titremesine ragmen Pyramos'u daha fazla bekletmemek için yavasça magaradan çikti ve randevulastiklari agacin oldugu yere gitti. Orada sevdigini görmeyi umarken onun kanlar içindeki vücudunu görünce akli basindan gitti Sevgilisine sarilip hiçkira hiçkira aglamaya basladi ama artik Pyramos için çok geçti. Thisbe önce kanli biçagi ardindanda parçalanmis tülü gördü. Sevgilisinin onun arslan tarafindan öldürüldügünü zannedip kendisini öldürdügünü anlamisti. Yerdeki kanli biçagi alip simsiki sapina yapisti. Eger Pyramos sevgisi ugruna ölümü göze aldiysa oda alacakti. Biçagi havaya kaldirip hizla gögsüne sapladi, cansiz vücudu Pyramos'un vücudunun üzerine kapanmisti. Tanrilar bu iki sevgilinin baslarindan geçenlere üzülerek onlarin ayni yerde yatmalarina hiç degilse ölümde birlikte olmalarina müsade ettiler.

sayfa başına dön  ]

 

 HYAKINTHOS ADLI GENCİN SÜMBÜL OLUŞU Kral Amyklos'un Hyakinthos adinda çok yakisikli bir oglu vardi, Apollon da onun bu güzelligine hayran olmustu, kisa sürede genç delikanli ile Tanri Apollon çok yakin dost olmuslardi. Bos zamanlarinda Eurotas'in çiçekli kiyilarinda çimenler üzerinde disk atarak birlikte vakit geçirirlerdi. Bir gün gene her zamanki gibi disk atmaya gitmislerdi. Hyakinthos'a deli gibi asik olan kelebek kanatli güzel Zephiros (Bati rüzgari) onlarin bu kadar yakin olmalarini çekemiyor adeta kiskançliktan kuduruyordu. Zephiros gemicilerin en çok sevdigi rüzgar oldugu halde artik görevini yapmiyor, hatta kikançliginin neden oldugu öfke ile gemileri kayalara bile çarpiyordu. Kiskançliktan ne yaptigini bilmez bir hale gelmisti. O günde kuvvetli bir esintiyle Apollonun firlattigi diskin yönünü degistirdi. Ve disk hizla genç Hyakinthos'un kafasina çarpti. Zavalli delikanli kafasinda kanlar akarak yere yuvarlandi, Apollon bu felaket karsisinda deliye dönmüstü. En sevdigi dostunu çok kötü yaralamisti. Hyakinthos'un yaralarina oglu Askleipos'un en tesirli ilaçlarindan koydurdu ama fayda etmedi zavalli Hyakinthos çok kan kaybetmisti ve oracikta can verdi. Bunun üzerine Apollon onu her ilk bahar açan sümbül çiçegine dönüstürdü. 

sayfa başına dön  ]

 

BÜYÜK TANRILAR Zeus Kronos'u tahtindan indirip Titanlari yendikten sonra Evrenin en kudretli Tanrisi olarak kaldi. Dünyayi idare etmek için diger tanri ve tanriçalarla birlikte Olympos dagini seçti ve oraya yerlesti. Tanrilar dagi Olympos'ta saraylarini kuran ölümsüzlerin hepsi birbirleriyle akraba idiler. Hera, Poseidon ve Demeter ile karanlik yeralti aleminin idaresini üzerine alarak asagi inen Hades,Zeus'un kardesleri,Apollon,Athena, Artemis ve evlatlari, yegenleri yada torunlari idi. Hepsinin bir araya gelmesinden bir Tanrilar ve Tanriçalar Cumhuriyeti kurulmustu. Eski Yunanlilarin Tanrilari insan biçimindeydiler. Yalniz onlarin insanlardan daha kuvvetli, daha büyük, daha güzel vücutlari vardi. Ayrica insanlarin sahip olmadiklari bir takim özelliklerede sahiptiler. Istedikleri kiliga girerler, istedikleri anda kainati bir bastan bir basa katederlerdi. Onlar insanlar gibi ölümlü degillerdi, yaslanmazlardi da. Eski Yunanlilar herseyin bir Tanrisi olduguna inanirlardi. Onlara göre denizin, daglarin, gökklerin herseyin bir tanrisi vardi. Her tanrinin bir çok yardimcilari, hizmetçileri bulunurdu. Ikinci derece de tanrilar da vardi ama tüm bunlarin üzerinde yetkileri digerlerinden üstün 12 büyük tanri vardi, bunlarin altisi kadin altisi erkekti; Bas Tanri Zeus,, güzel sanatlar Tanrisi Apollon; harp,savas Tanrisi Ares, sanayi Tanrisi Hephaistos, Tanrilarin habercisi ve güzel sözlerle kandirmasini ve inandirmasini bile Hermes, deniz Tanrisi Poseidon, zeka Tanriçasi Athena, ask ve güzellik tanriçasi Aphrodite, avcilar ve iffet Tanriçasi Artemis, çogalma- toprak Tanriçasi Demeter. Bu Tanrilar ve Tanriçalardan baska karanlik yeralti aleminin ve cehennemlerin Tanrisi Hades bulundugu gibi sonradan Olympos 'a alinan sarap Tanrisi Dionysos da var. 

sayfa başına dön  ]

 

TUFAN, DEUKALION VE PYRRHA Kadini yaratarak insanlari felakete ve istiraba sürüklenmesi Zeus'un öfkesini yatistirmamisti, üstelik Pandora'nin kutuyu açmasiyla tüm kötülükler yeryüzüne yayilmis, insanlar birbirleri ile kavga etmeye, savasmaya, birbirlerini öldürmeye baslamislardi bunun üzerine Zeus onlara çok daha büyük bir ceza vermeye karar verdi.Onlari tamamiyle yok etmemek müthis bir tufanin dalgalari arasinda onlari bogmak istedi. Fakat Prometheus bu defa da insanlarin yardimina kostu ve Oglu Deukalion'a Zeus'un planlarindan bahsetti. Deukalion ve Epimetheus ile Pandora'nin kizi olan karisi Pyrrha Thessalia'da yasiyorlardi. Deukalion Thessalia'nin kraliydi. Olacaklari duyunca Babasinin tavsiyesi ile üzeri kapali bir kayik yapti ve karisi ile onun içine girdi. Yagmurlar yagdi, sular kabardi, ortalik bastan basa deniz kesildi. Onlar dokuz gün dokuz gece boyunca dalagalar üzerinde çalkalanip durdular. Onuncu gün sular alçalmaya basladi ancak ikisinden baska bütün insanlar bogulmustu. Bu tufan felaketinden kurtula kari koca Othrys dagina yanastilar ve karaya ayak bastilar. Deukalion ve karisi daha sonra adalet tanriçasinin yanina gidip insan soyunun tekrar yaratilmasi için yardim istediler. Adalet tanriçasi onlara ,Yüce Ana'nin yani Gaia'nin kemiklerini omuzlarinin üzerinden atmalarini söyledi. Deukalion ve karisi önce buna çok sasirdilar. Ardindan Deukalion Yüce ana'nin toprak oldugunu hatirladi, buna göre kemikleride kayalar, taslar olmaliydi. Taslari omzunun üzerinden firlattiginda bu taslar erkek haline dönüstü, Pyrrha da firlatti taslari, onun firlattiklari da kadina dönüstüler. Böylelikle insan soyu yeniden baslatilmis oldu. 

sayfa başına dön  ]

 

URANOS "GÖK" VE GAIA "YER" Evren olustuktan sonra, onun üstünde yasayacak ve ömür sürdürecekleri meydana getirmek gerekiyordu. Bunun için Gaia kendi oglu Uranos ile birlikte Titanlar yaratti. Altisi disi altisi erkek olmak üzere oniki tane olan Titanlar sunlardir; Okeanos, Koios, Hyperion, Iapetos, Kronos, Theia, Rhea, Mnemosyne, Phebe, Tethys, Themis. Uranos ile Gaia, bundan sonra Kylops'lari dünyaya getirdiler. Tanrilara benzeyen ancak alinlarinin ortasinda tek gözleri bulunan Kylops'lar sunlardir; Brontes, Steropes, Arges. Bunlardan baska omuzlarindan bükülmez yüzer kollari sallanan ve sirtlarina elliser bas dizilmis olan; Kottos, Briareos, Gyges adindaki devler dünyaya geldi. Bunlara Hekatonehires yada Centimanes derler. Uranos tuhaf bir biçimde çocuklarindan korkuyor, dogdukça onlari yerin derinliklerine atiyor, oraya hapsediyordu. Bu harekete Gaia çok kizdi ve ondan yaptiklarinin öcünü almaya karar verdi. Gögsünden parlak çeligi çikararak onunla keskin bir tirpan yapti, sonra çocuklarina planlarini anlatti. Ama çocuklari bu plandan korktular, yalniz en son dogan oglu Kronos annesine yardim edecegini söyledi. Aksam olunca Uranos, Gaia'yi görmeye geldi. Konustular biraz vakit geçirdiler; sonra yattilar. Hiç bir seyden süphelenmeyen Uranos, derin bir uykuya dalinca, Kronos geldi ve tirpanla babasini hiç acimadan biçip, vücudunun kanli parçalarini denize atti. Babasina ilk tirpani attigi zaman açilan büyük yaralardan sizan siyah kan damlalari yere damlayinca yenilmez Erinyes "Hiddet"ler, korkunç Geants "Dev" ler ve Meliades perileri dogdular. Dalgalarin üstünde çalkalanan et parçalarina gelince; onlarda beyaz köpüklere dönüstüler. Sonra kanli et parçalarinin meydana getirdigi bu beyaz köpükten genç ve güzel bir tanriça olan Aphrodite dogdu. Onu dalgalar bir sedef kabugu içersinde çiçeklerle süsleyerek Kibris adasina götürdüler. 

sayfa başına dön  ]

 

HEPHAISTOS ( VULCAN ) Hephaistos ates tanrisi idi. Zeus ile Hera'nin oglu olan bu tanri topal olarak dogdu, üstelik çokda çirkindi. Hera onu dogurdugunda çirkinliginden utandi, ve diger tanrilarin kendisiyle alay etmesinden korkarak onu Olympos'tan asagi firlatti. Hephaistos'un Olympos'tan asagi Lemnos adasina düsüsü tam bir gün sürdü. Bir hocanin yardimiyla burada demir, bronz ve degerli madenler üzerinde çalisma sanatini ögrendi ve ve bir yanardagin içine demir atölyesini kurdu. Bu demirhane de insani hayrete düsürecek sanat saheserleri yaratti. Nadide yüzükler, bilezikler kalkanlar yapti. Fakat annesini ve onun kendisine yaptiklarini hiç unutmadi. Annesinin yanina çagirilmasi için bir seyler yapmasi gerekiyordu. Ve bir gün oturup annesi Hera için altindan muhtesem bir that yapti. Bu öyle bir tahtti ki insanin gözlerini kamastiriyordu, diger yandan hiç te göründügü gibi degildi. Görünmez baglardan yapilmis kiskaçlari vardi ve üzerine biri oturdugunda bir daha açilmamak üzere kilitleniyor oturan kisiyi hapsediyordu. Tahti Olympos'a yolladiginda Hera tahtin ihtisamina hayran kaldi, fakat üzerine oturur oturmaz kiskaçlar kapandi ve Hera tahta baglanip kaldi. Bütün tanrilar el birligi ile onu tahtan kurtarmaya çalistilar ama basaramadilar. Son çare Hephaistos'u çagirdilar fakat Hephaistos kulak asmadi. Tüm çagrilari duymuyormus gibi davrandi. Kendisine yaptiklarindan dolayi Hera'nin cezasini çekmesini istiyordu.Zeus Hermes'I yolladi ancak Hermes onu Olympos'a çikmaya razi edemedi. Ardindan Ares geldi, onu Olympos'a çikarmak için zor kullanmaya çalisti ama, Hephaistos onu kavgada yendi ve gerisin geri geldigi yere yolladi. Bunun üzerine sarap tanrisi Dionysos onu getrimeye talip oldu ama o çok farkli bir yol denedi. Içirdigi saraplarla Hephaistos'u sarhos ederek ondan Hera'yi that'tan kurtaracagina dair söz aldi.Fakat Hephaistos bunu tek bir sartla yapmayi kabul edecekti. Bunun için Tanrilar katina kabul edilmesi ve güzeller güzeli Aphrodite'in kendisiyle evlenmesi. Karisinin daha fazla aci çekmesine dayanamayan Zeus oglunun sartlarini kabul etti. Bunun üzerine Dionysos onu alip Olympos'a götürdü. Hephaistos Hera'yi kurtardiktan sonra ilk is olarark kendisine bastan basa tunçtan bir saray yapti. Saray günes dogunca paril paril parliyordu, dör tarafina yildizlar serpistirilmisti. Görenleri hayran birakan sarayin bir tarafina da muhtesem demirhanesini yerlestirdi. Hephaisto her sabah günes dogduktan sonra atolyesine gidiyor, aksama kadar hiç durmadan çalisiyor, tanrilari ve insanlari hayrete düsüren ve hayran birakan saheserler yaratiyordu. Zeus için muhtesem bir asa ve altindan that imal etti. Demeter içinse parlak bir orak. Apollon ve Artemis içinse saglam ve hizli oklarla, ok kiliflari yapti. Tüm bunlarin yaninda Olympos'u süslemek için elinden geleni yapti; Apollon için güzel bir saray insa etti, Zeus'un sarayini güçlendirip süsledi. Ve tanrilar için onlarin arzularina gör hareket edecek koltuklar imal etti. Hephaistos sadece tanrilar için degil insanlar içinde bir çok iyilik yapti. Çirkin ve topal olmasina ragmen iyi kalpli olusu ile gerek tanrilar gerekse insanlar tarafindan sevildi ve sayildi. Ama arzu ettigi ve hak ettigi mutluluga hiç bir zaman tam olarak ulasamadi. Onu sevmeyen ve sürekli aldatan Aphrodite ile olan evliligi ona mutluluktan çok aci ve utanç getirdi. 

sayfa başına dön  ]

 

ZEUS'UN DOĞUŞU Kronos ile Rhea'nin evliliklerinden Hestia, Demeter, Hera adlarinda üç kizla, Hades, Poseidon, Zeus adli üç erkek çocuk dünyaya geldi. Babasina yaptiklarini unutmayan Kronos kendisinin de ogullarindan ayni karsiligi göreceginden korkuyordu bu yüzden Karisinin her yeni dogurdugu çocugu yutup, karninda sakliyordu. Rhea yalniz "Zeus"u onun elinden kurtarabildi. Tanriça gecenin karanligindan faydalanarak çabucak kosup Girit adasinda "Ida" daginin tepesine çikti. Çocugunu da beraber götürmüstü. Gaia çocugu aldi ve onu bir magaranin dibine sakladi. Rhea bir kocaman tasi kundak bezlerine sarip Kronos'a verdi. Kronos bu tasida hemen yuttu, oglunun dünyada yasadigini bilmiyordu. Ve ilerleyen zaman içinde oglu büyüyüp yenilmek nedir bilmeyecek, sikinti nedir duymayacak, gücü ve kuvveti ile babasini kendisine boyun egdirecek, onun bütün imtiyazlarini, san ve serefini elinden alacak, onun yerine bütün ölmezlerin basi olacakti. Gerçekten Zeus, ormanlarin sik dallari arasinda büyüdü; keçi sütünü emdi; bagirmalarini babasi duymasin diye Kuretoslar da onun basinda kalkanlarini çarparak gürültüler çikardilar. Olgunluk çagina gelince Zeus saklandigi magaradan çikti. Kronos'u yuttugu tanrilari ve tasi çikarmaya zorladi. Sonra onu gökten kovup dünyanin ta dibine, yerin ve denizin alt tabakasinin daha da altina atti. Zeus karisi Hera, çocuklari, kardesleri ve öbür tanrilarla birlikte Olympos dagina yerlesip saltanat sürmeye basladi. Fakat bu sefer de karsisina; Gaia ile Uranos'un Othrys dagina yerlesmis ogullari Titan'lar çikti. Her iki taraf ellerine kocaman kayalar alip savasmaya basladilar. Pelion daglarini Ossa daginin üzerine yigarak Titan'lar Olympos'a tirmanmaya çalistilar. Savasin gürültüsünden gökler, yerler, denizler sarsildi, Tartaros yani cehennem bile o yaygara ile çalkalandi. Fakat Zeus'un Tanrisal silahina, yildirimina hiç bir sey dayanamadi. Bereketli toprak titreyerek yaniyor, her sey kayniyordu. Yerler parçalandi, daglar eridi ve Titan'lar yenilerek Tartoros'a atildilar. Hepsi de zincirlere vuruldu ve üzerlerine üçyüz kaya yuvarlandi. Helland, Yunanistan topragi, yüksek daglari, derin uçurumlari ile karmakarisik bir manzaraya sahipti. Eski Yunanlilar bunu Zeus'un Titan'larla olan savasina baglar. Bundan sonra ilk zamanlarda ki karisiklik sona erdi. Kainat düzen buldu. Tabiatin kaba, vahsi ve kör kuvvetleri; Tanrisal zeka tarafindan yenilmis ve emir altina alinmis oldu. 

sayfa başına dön  ]

 

KADIN TANRIÇALAR NASIL OLUŞTU ? Bugün erkek bilicilerin agiz birligi ettikleri gerçek sudur: Önce disil yaraticilar vardi. Eril tanri kavrami, ilk önce simgesel anlamda da olsa onlarin ogullarindan çikti. Adlarini analarindan aldilar, e.d tanri-analardan. Ancak daha sonra kadinin erkekten yaratildigi düsüncesine uygun olarak kadin adlarina son ekler eklendi. Böylece bu cinsin sonradan yaratildigini sözcüklerle dogrulamak istediler. "Kadin bebegini kucagina aldi, kendi bebegini, bir eliyle bebegini tutup, bir eliyle de gögsüne vurup duruyordu. Ne yazik ki kimse onun ne demek istedigini anlamiyordu.Garip sesler çikariyodu, hem de karmasik.Anlamak için çok çaba harciyorlardi, acz içinde bakiyorlardi.Kadin yilmiyor, bu kez baskasinin bebegini alip oyununu sürdürüyordu. O bebek onun degil ! Anlatmak istedigi de bu zaten, onu annesine veriyor tekrar kendi bebegini aliyor, eliyle kendi karnini isaret ediyor,onun kendinin oldugunu anlatmaya çalisiyor; agzindan pesi pesine çikan MEE sesiyle.Bir koyun gibi meliyor.(Keçi de olabilir, yavrusunu çagiran inek gibi Muuu da yapabilir). BENIM, BANA AIT, BEN!!!" Söz ilizyondur, hangi varligin adi söylenirse o varligin imgesini ve ona bagli baska imgeleri zihnimizde canlandirir. Toplulugun da zihninde ,koyun, keçi, inek, manda canlandi. O çagda kadin olmasi, ana olmasi büyük kazanç. Çamuru çömlege, elyafi dokumaya,agaci meyvaya dönüstüren; sonra da elinde biçim bulan nesnelere ad veren, yaptiklarini sözcüklerle seslendiren kadinlardan biriydi o. Önce ANA oldugu için, sonra dogada örnegi bulunmayan nesneler ürettigi için ilk " BEN YAPTIM" ," BANA AIT ", "BENIM" diyen ( bu sözcüklerin o çagdaki karsiliklarini söyleyen) kisi ILK BIREY. Kadin neden bu hayvanlarin seslenislerini seçiyor kendine ad olarak ya da kendisiyle o sesi özdes kiliyor ? Temel neden bu hayvanlardan kaynaklaniyor. Munis kisilikleri ve basta süt olmak üzere sayisiz yararlari. Insanlari en çok rahatlatan ses , özellikle dogada yasayanlarin anneleri ile iliskilerinde çikardiklari ses, analarin yavrularina yanit verisi. Dogada mee sesi çinliyor, ve insanlar binlerce yil bu sesten etkileniyorlar. O çagdaki insanin zihinsel dizgesi böyle açiklar. Ilk yaratici, neyin ne oldugunu, ne zaman ,nerede, nasil yaratildigini bilir. Adlari ilk ortaya çikaran, adlari bilen olduguna göre, bütün bunlari bilen de odur. Çocuk yapmasini bildigi için ilk yaratici disildir. Canlilar hatta cansiz varliklar, seslemler, sözcükler ,adlar, ezgiler onun karnindan çikmislardir.. Dolu olan ürün veren odur. Sözdeki gizil güç de onun soluguyla gövdesinin içinden gelmektedir.Soluk, can, rüzgar,,,,,,,bunlar birbiriyle ve tanri anayla özdes sayilirlar. Sözcükler önderin içinden geliyor ve sözü edilen varligin yerine geçiyorlar . Ad koymayla baslayan serüvenin onu nereye götürecegini bilmiyor. Tanri-ana, küçük toplulugun sorunlarini, evren ve doga boyutlarinda ele aliyor. Önderin ve toplulugun baslari üzerindeki gökyüzü, ayaklarinin altindaki toprak, daglar, akarsular göller, deniz, günes, ay, yagmur, gece ve gündüz.Tanri-ana onlara ad koyuyor,onlarla adlari arasinda, onlarin adlariyla kendi adi arasinda iliski kurarak ad koyuyor. Çünkü o dilin sahibi olunca dilin gösterdigi herseyin de sahibidir. Dogadaki üreme, yaratma yetenegi dilde de vardir, tanri- anada da. Tanri-ana ve doga bütün mitoslarda berekettir. O halde tanri-ana dilinin neden bütün cografyalarin mitolojilerinde cinsellik ve dogumu konu alarak öne çikardigini anlamak olasi. Çünkü o en iyi yapiyor " BEN YAPTIM" dediginde önce yaptigi cocuk ve sonra da ürettigi ise yarar esyalar var kucaginda, elinde." BENIM" sözcügü bile onda önce dogumla iliskili. Dogum, cinsellik, büyütme, çogaltma, ölüm ve yeniden canlandirma. Bunlarin hepsi tanri-anadaki sözün gizil gücüyle olmaktadir. Tanrisal varlik, bu ulasilmaz sayilan evren varliklarina, gök cisimlerine ad koyan tanri-ana onlara ulasabilir, onlarla konusabilir, onlarla pazarlik edebilir. Düsmanlarina onlarla zararli, dostlarina onlarla faydali olabilir. Onlara buyruk veren onlari yöneten o. Toplulugun ondan istedigi insan neslinin hep sürmesi, kisirligin ve kitligin olmamasi. Doga düzeni bozulmadan sürsün ki insan nesli de devam etsin.Ad, tanri-analarin yetki alanlarini, kimliklerini yasam öykülerini gösteren bir isarettir, bunlarin özetidir. Ad koyma ile tanri-ananin yazgi vermesi arasinda da iliski vardir. Bütün mitolojilerde yeni dogmus bebege kader verenler tanri-analar ya da dogum tanriçalaridir. Eski Misirda sayilari yedi bazen de dokuz olarak gösterilen HATOR adli tanrisal kadinlar yeni dogmus bebege kader verirlerdi. Tanri-ananin adi da tanri-analigi gösteren bir isarettir.Tanri-analarin tanriçalarin evrensel adi " MA " onun niteligini açiklar. MA sözcügü Sanskritçede, bilmek, yapmak, ölçmek anlamina gelir ki bu " MA " adinin tanri-anaya dogumunda verildigini, kendini yararli bir bulusla, bir çalismayla kanitladiktan sonra verildigini göstermektedir. Ad, tanri-analarin yetki alanlarini, kimliklerini, yasam öykülerini gösteren bir isarettir. Eski Türk toplumlarindaki gelenege göre yigitlik gösterene kadar erkek çocuga ad verilmezdi. Eski göçebe topluluklarda, çocuklara verilen hayvan adlarinin, hayvandaki bazi güçlerin onlara geçecegine inanilirdi. ( Tanri Musaya " adlarina göre say" der. Musa kavmindeki kisileri tek tek sayar ,ama hepsi erkektir,aralarinda birtek kadin yoktur . Bu erkeklerin sayimi eski kadin tapimlarindaki " kadin kahramanlarin sayimina" bir yanittir."siz bizi, yani erkekleri hesaba katmiyordunuz. Biz de simdi sizleri saymiyoruz" dercesine). Kadin tapinmalarinin, tanri-ana yönetimlerinin yazidan binlerce yil önceye kadar gittigi bilimsel arastirmalarla bilinmektedir. Anaerkil tapimlar kadar eski olan bir dilin çok güçlü bir kadin söylemi gelistirmesi ve söylemleriyle ( kadin tapimlarinin zaman boyutu yaninda, küçücük kalan bir zaman diliminde yeralan ) ataerkilligi etkilemesi olagandir. Buna karsin yaziyla birlikte kadinlarin konusma dilinde biraktigi çok güçlü izler yok edilmeye çalisilmis ve besbin yilda basarilmistir da. Kadin tapimlarindaki, tanri-ana yönetimlerindeki hemen her konuda atilan temeller unutturulmustur( Ama eski alfabeler çözüldükçe ve metinler okundukca yalan üzerine kurulmus imgelerde teker teker yikilmaktadir). Sümerde yazi yazmayi ögreten okullardaki ögrenciler erkekti, saray ve tapinaklarda da kayit tutanlar erkekti. Bu yüzden, daha önce kadin tapimlarinda söylenen ve kusaktan kusaga ezberlenerek geçirilen siirler erkek yazicilar tarafindan tabletlere geçirilirken ataerkil niteliklere bürünmüstür ve Tanri-analar devri sona ermistir.

sayfa başına dön  ]

 

 DÜNYANIN İLK GÜZELLİK YARIŞMASI Günümüzden dört bin yil önceye gidelim. Dünyanin ilk güzellik yarismasinin ve Troya savasinin arifesindeyiz. Ve en büyük siirine "Ilyada" ya sahne olacak o günün Anadolusu'na hayal gözüyle söyle bir bakalim. Yumusak çimenlere uzanarak yaz gününü kavalinin sesiyle geçirmis olan çoban yorulup susunca, kendi acemi sanatinin çikarabildigi seslerden kat kat tatli bir müzigin taa ücralardan geldigini duyar ve gönül gözüyle günes arabasi üstünde Apollon'un bir altin liri çalarak günesle parlayan yeryüzünü büyüledigini görürdü. Gece avcisi yeni dogan hilalin isigini sükran dolu yürekle karsilar; ay isigi gövdeli tanriça Artemis'i ay ve yildizlar gibi kendi perileriyle avinin pesinde hizla kosmakta oldugunu sanirdi. Rüzgar sicak esince kaynagindan serin ve berrak fiskiran sularindan susuzlugunu giderirken gurbet yolcusu su perileri naiad'lara dualar ederdi. Uzak dag yamaçlarindan günes isinlarinin ve gölgelerin kogalastigini gören ova orakçilari, dag perileri oread'larin kosusmakta ve birbirine ünlemekte oldugunu sanirlardi. Sik ormanlarda, sessizlik içinde, yapraklarin derin derin iç çekisinde Zephyros'un sevgilisini, arayip fisildadigi isitilirdi. Çalilar arasinda yaban keçisinin boynuzunu görünce yolcular tanri Pan'i görmekte olduklarini sanirlardi. Dünyanin o dönemi masumluk, çocukluk ve düs dönemiydi. O dönem Homerik Çag'di. Iste o çagda dünyanin ilk güzellik yarismasi, Artemis'ler, naiad'lar ve oread'lar Anadolu'sunda yapildi. Argo gemisi, dümenin yaninda duran ozan Orpheus'un musiki uyumlu dizemine(temposuna) göre kürek çalarak Çanakkale'den geçti. Marmara Denizi'ndeki yesil diplerde, bu sanli tekneye hayran kalan deniz kizlari hep yüze geldiler. Iste o gün Okyanus perileri, bellerine kadar denizlerin köpüklerinden çikarak sütbeyaz gerdanlarini siftah olarak insanlara gösterdiler ve yine o gün Peleus, deniz tanriçasi Thetis' i gördü ve ona gönlü sevgiyle akti. Thetis de hemen orada onun bu arzusunu gülümsemeyle karsilayarak onu çildirasiya mutlu etti. Peleus'un deniz perisi Thetis ile evlenecegi gün dügüne bütün tanrilar çagrildi. Yalniz fesat çikarmamasi ve oyunbozanlik etmemesi için kiskançlik ve nifak tanriçasi Eris dügüne çagrilmadi. Iste buna kizan Eris, coskulu sölenin en askin aninda masanin üzerine bir altin elma( Hespereid, Balear adalarinda hasil olan altin elmalardan, yani portakallardan) atmisti. Elmanin üzerinde "En güzele!" yaziliydi. Her kadin gibi her tanriça da kendini, "en güzel" sanarak elmaya sahip çikti. Elemeler yapildi ve sonunda güzeller üçe indi. Bunlar, Aphrodite(*), Hera, Pallas Athena idi. Bu üç güzel, Tanrilar Tanrisi Zeus' a gidip, aralarinda, en güzeli seçmesini rica ederler. Zeus, bu isin sonunda bir çapanoglu çikacagini tahmin ederek, onlara Troya'nin yaninda Ida dagina gitmelerini, orada hem Paris, hem de Aleksandros diye anilan bir prens oldugunu, babasinin koyun sürüsüne çobanlik etmekte olan bu gencin, mükemmel bir güzellik bilgini oldugunu, Paris'in bir sehzade olmasina ragmen, babasi Troya hükümdari Priamos' a bu oglunun bir gün ülkesinin mahvina sebep olacagi için uzaklara gönderdigini söyler. Paris o anda Kocakatran daglarinda Oinone adli güzel bir peri kiziyla yasamaktaydi. Ayin onbesi Kocakatran daglarinin Ida dorugunu tepeden tirnaga kadar gelin tellerine benzeyen nurla örtmektedir. Küçük Menderes nehri de kendi bölgesi boyunca ay isigindan hilalimsi gümüs kavisler çizerek Bogaz' a akmaktadir.. Tam o sirada üç tanriça, güzelliklerinin bütün gururuyla Paris'in karsisina çikagelirler. Üç büyük tanriçanin olaganüstü güzelliklerini görünce delikanli sasirir. Tanriçalarin herbiri delikanliya bir sey adar. Hera, Paris' e Asya ve Avrupa'nin sahipkiranligini; Athena, Troya'lilari Akha'lar üzerine muzaffer etmeyi; Aphrodite ise zevce olarak dünyanin en güzel kadinini vaad eder. Esmer Hera bir eliyle sert, kabarik ve sivri memesini, öteki eliyle de mükellef örtüyü kalçalarinin hizasinda tutmaktadir. Pallas Athena, güzellik yarismasina katildigi halde, kendisinin utangaç yaradilisina ihanet etmeden giyinik olarak gelmistir. Aphrodite, altin saçlarinin agirligi altinda yine de basini dik tutmaktadir. Gövdesi beyaz bir irmak gibi akarak genislemekte ve göbeginde bir tek çiçekle süslenmis bir süt gölüne dönmektedir. Paris, elmayi kime verecektir? Yoksa üç parçaya mi bölecektir? Ya da hiç bölmeden ve kimseye vermeden elmayi oturup kendi mi yiyecektir? Aphrodite, zon veya sestus denilen kisa bir kusak takiyordu. O kusagi takan kadin, erkeklerin gözlerinde güzeller güzeli olurmus. Hatta Hera, kocasi Zeus'tan iltifat görmedigi zamanlar Aphrodite den bir gece için kusagini ödünç vermesini yalvarirmis. Bu kusakta bütün zerafetler, cazibeler, tatli gülümsemeler, süzgün gözlü veya atesli bakisli davetler, kandirici iç çekisleri, anlamli sususlar ve bakislar gizli bulunuyormus. Elmayi elinde tutan Paris'in gözlerini Aphrodite'den ayirmadigini gören Hera, güzellik tanriçasina kizarak ona, "Sen haksizlik ediyorsun. O kusak senin belini sardikça bütün gözler sana dönüyor." diye çikismis.. Bunun üzerine Aphrodite, sinirli bir davranisla kusagini koparircasina çikararak Hera'ya uzatmis. Hera kusagi takinmis. Artik Aphrodite yalinkiliç gibi boyunca çiplak kalmis. Paris, altin elmayi yavas yavas ona uzatmis. O devirde yasayan kadinlarin en güzeli Helene oldugu için, onun elini isteyen isteyeneydi. Bunlarin arasinda kurnazligiyla ün salmis Ilias da vardi. Ilias, Helene kime varirsa varsin bir haksizliga ugrarsa, kendisiyle evlenmeye aday olan herkesin kiza yardima kosacaklarina yemin etmelerini istedi. Onlar yemin ettiler. Helene adaylar arasinda Sparta krali Menelaos ile evlendi. Paris, güzel kadini Sparta'dan kaçirip Troya kentine getirdi. Iste o zaman bütün adaylar, yani Akha'lar, Agamemnon'un emrinde Troya'ya saldirdilar. Bu savasta altin elmayi alamayan Hera ile Athena, Akha'lara; Aphrodite ve savas tanrisi Ares ile Apollon Troya'ya yardim ettiler. (*) Aphrodite'nin, Zeus ve karisi ya da Deus ile onun disisi olan Dione'den dogmus olduklarini söylerler. Ama Yunanca "aphro", köpük; "aphrodite" de köpük yavrusu demektir. Aphrodite, Bati Anadolu'nun güneyindeki ufuktan sabah yildizinin dogdugu gibi bembeyaz ve yumusak köpükten çirilçiplak dogmustur. Aslinda Aphrodite, bir bereket, ay, sevgi ve güzellik tanriçasiydi. Doguda onun adi yildiz anlamina gelen Astoreth ve Astarte idi. Güzellik örtü kabul etmedigi için, Olympos tanrilari arasinda giyinmemis olan biricik tanri Aphrodite'dir. MYTHOS'TAN LOGOS'A Ilkin "Söz" vardi der Kitap. Bunu Platon duysa, söz mü, hangi söz diye sorardi. Çünkü eski Yunan dilinde söz kavramini vermek için üç sözcük vardi. Mythos, Epos, Logos. Mythos: Söylenen veya duyulan sözdür, masal, öykü, efsane anlamlarina gelir. Epos: Belli bir ölçüye ve düzene göre söylenen sözdür. Logos: Gerçegin insan sözüyle dile gelmesidir. Bunlarin arasindaki iliskiye göz atacak olursak; Mythos, söylenen sözün, anlatilan öykünün içerigi ise, epos da onun dogal olarak aldigi, ölçülü, süslü ve dengeli biçimidir. Epos ne kadar güzelse, mythos o kadar etkili olur., epos ile mythos un bu basarili evlenmesidir ki, ilkçagdan kalma efsanelerin ürün vere vere günümüze dek yasamasini ve mythos kavraminin çaglar ve uluslararasi bir nitelik kazanarak ölmezlige kavusmasini saglamistir. Logos ise bir yasal düzeni yansitir. Mythos ile epos arasinda uyum oldugu halde, onlarla logos arasinda ilkinden ve gün geçtikçe kesinlesen bir karsitlik basgöstermistir. Modern bir insanin kesintisiz bir sekilde kutsalliktan arinmasi, manevi hayatin içerigini bozmus, ama hayal gücünün matrislerini kiramamistir. Iyi denetlenemeyen alanlarda koskoca bir mitolojik bir yigin varligini sürdürmeye devam etmektedir. Modern insan, imge haznesini uyandirmak ve taklitçilikten kurtulmak zorundadir. Basta C.G.Yung olmak üzere psikologlar, modern dünyanin dramlarinin büyük bölümleri itibariyla, hayal gücünün artan bir kisirlasmasinin yol açtigini göstermislerdir. Mithos, bireyde, algi simgeleriyle, esyaya yansitilmis simgeler ve daha sonra da sanat temelli bazi anlatimlarla kendini ifade eder (epos). Mithosdan kendini yeniden türetmemis bir bilinç, kendi üzerine katlanip, kendinin farkinda olamaz. Bu tür bir bilinç ancak kendisine sunulanla yetinen, kendi kendinin bilincine , özbilincine varamamis bir bilinç türüdür. Bir anlamda da bilinçsizce yasamakla esdegerdir. Farkindaligi yoktur. Edilgen bir yapidadir. Oysa mythosdan kendinin üzerine katlanip, kendini yeniden üretebilen bilinç yapisi, özbilinçtir, etkin yapidadir ve bir anlamda da (logos) tur. Insan mitleri yasarken, kutsal olmayan ve kronolojik özellikteki zamanin disina çikip, nitelik açisindan farkli bir zamana, hem en eski, hem de sonsuza dek yakalanabilecek olan kutsal bir zamana açilip, kendi kendinin kökenine dönebilmelidir. Bu da ritos, bir baska deyisle ritus ile olur ki- burada ritus?u düzen anlaminda ele aldigimizda, düzenlilik anlamlilik, düzensizlik anlamsizliktir. Ritus, düzenin bir adidir, kozmos? a neden olan ilkedir. Ritus usçuluk açisindan Us? a düzen verendir. Burda körlügü kaldiran bagdir ritus. Bu da daha sonra Relatio(iliski) denen kavrama ulasacaktir. Bir baska deyisle " Mythos, Ritos ile Ozmoslasacaktir.

sayfa başına dön  ]

 

" IDUN ; KUTSAL SONSUZ GENÇLİK Kuzey Tanrilarinin rolleri, Yunan tanrilarindan farkli olarak kendi türleri ile iliski içindedir ve insanlarin dünyasini kendi haline birakirlar insanlar gibi duygulanir, düsünür ve onlar gibi davranirlar. Idun?un elmalarinin Çalinmasi; Birgün Odin, Loki ve Hoenir sik sik yaptiklari gibi birlikte yolculuk ediyorlardi. Asgard?dan yanlarina hiç yiyecek almadan ayrilmislardi. Karla kapli daglarin ve kurak çöllerin üzerindeki yolculuklari onlari yormustu. Tepelerden sulak bir vadiye dogru inerlerken bir öküz sürüsü gördüler ve acikmis olduklarini fark ettiler. ? Iyi pismis bir sigir, aç yolcular için mükemmel bir yemek olur? diye haykirdi Loki ? Sunlara iyice bakip yapili bir tanesini seçin, eti ben hazirlarim.? Tanrilar iyi görünen bir hayvani bogazladilar. Atesin üzerinde kizartmak için hazirladilar. Et, iyice pismis görünene dek kizarttilar, atesi söndürdüler ve yemege oturdular. Büyük bir saskinlikla etin tamamen çig oldugunu gördüler. Ikinci bir ates yakip, eti ikinci bir sise geçirerek, iyice pismis görünene dek kizarttilar. Atesi söndürdüler ve yemege oturdular ancak et hala tamamen çigdi. ? Bu ete ne olmus, ne olabilir? diye sordu Odin yoldaslarina. ?Su mese agacinin dallarinda oturan bir sey etinizin pismesini engelliyor? dedi bir ses. Tanrilar hemen mese agacina dogru baktilar ve Buz devi Thjozi?nin agacin dallarindan birinde, büyük bir kartal sekline girmis olarak oturdugunu gördüler. ? Öküzünüzden istedigim kadar yememe izin verirseniz? dedi kartal, ? Ben de etinizin pismesine izin veririm.? Tanrilar kabul ettiklerinde kartal tüneginden uçtu ve etin üzerine indi. Iki omuz parçasini ve bir budunu kapti ve ansizin yuttu. Kartalin açgözlülügüne çok sinirlenen Loki, yerden dayanikli bir sopa aldi ve bütün gücüyle kartalin gövdesine savurdu. Loki daha sopayi elinden birakamadan kartaldan ayrilmadigini ve kendisinin de sopayi birakamadigini gördü. Kartal, Loki?nin ayaklari toparagin yüzeyine sürtülüp, yollarinin üzerindeki çalilara ve taslara çarpacak kadar alçaktan uçarak onu sürükledi. ? Kollarim ! Yuvalarindan çikarmadan önce birak da gideyim? diye haykirdi Loki. ? Bunu yapmayi ben de isterim?dedi kartal. ?Eger Idun?u ve onun altin elmalarini getirecegine söz verirsen. Idun?u Asgard?in disina, hemen yanibasindaki ormana getirmelisin ki onu yakalayabileyim. Tam iki gün sonra sizi orada bekleyecegim. Sözünü tutacagina dair kutsal bir yemin et. ?Yemin ederim,istedigini yapacagim? diye haykirdi Loki. Böylece kartal onu serbest birakti ve Loki arkadaslarinin yanina döndü ve kartala verdigi sözden onlara söz etmedi. Üç tanri Asgard?a döndüklerinde Loki, Idun?a yaklasarak söyle dedi: ?Ormanda çok güzel altin elmalar buldum. Seninkiler kadar güzel görünüyorlar. Karsilastirmak için kendi elmalarin da alip benimle gel. Bulduklarimi seninkilere eklemek isteyeceksin.? Idun?un gözleri ümitle isildadi. Mutlulukla gülümseyerek elmalarinin oldugu sepeti aldi ve Loki?yle beraber yola koyuldu. Ormanin derinliklerine girdiklerinde kartal aniden üzerlerine süzüldü. Idun daha ne oldugunu farkedemeden koca kus onu pençeleriyle kaldirdi ve uçarak uzaklasti. Asgard?daki tanrilar Idun?un kayboldugunu onlara yemeleri için altin elmalarindan getirmedigi zaman anladilar. Nereye bakarlarsa baksinlar ne onu,ne elmalarini bulamadilar. Ne de kimse ona ne oldugunu tahmin edebildi. Elbetteki Loki de tüm diger tanrilar kadar sasirmis görünüyordu. Idun?un kaybolmasi önemli bir sorundu. Çünkü tanrilar, ancak düzenli olarak onun elmalarindan yiyerek genç kalabiliyordu. Günler geçip de Idun dönmeyince tanrilar gitgide yaslandilar. Saçlari beyazladi. Elleri ve yüzleri kiristi, yürüyüsleri yavasladi ve kararsizlasti. Odin sorunu tartismak için tanrilari toplantiya çagirdi. Idun?un son görüldügünde Loki?yle birlikte Asgard?dan disari çikmakta oldugu anlasildi.Tanrilar hemen Loki?yi yakalayarak onu bagladilar.?Idun?a ne oldugunu bize anlatmazsan sana ölene dek iskence yapacagiz? diye duyurdu Odin. Yasaminin tehlikede oldugunu anlayan Loki yanitladi: ? Gidip Idun?un Jotunheim?da(devlerin evi) olup olmadigina bakacagim.Sizler için onu orada arayacagim.Freya! Bana sahin tüylü pelerinini ödünç ver.? ?Ne istersen veririm!diye haykirdi Freya. Böylece Loki, Freya?nin sahin tüylü pelerinini giyerek kuzeye, Totunheim?a uçtu. Thjazi?nin evine vardiginda,Dev,denize açilmisti ve Idun yalnizdi. Loki, tanriçayi ve altin elmalarini hemen bir findiga çevirdi ve onu pençeleri arasinda sikica tutarak havalandi. Thjazi döndügünde her yere bakti ancak Idun?u bulamadi. Yoklugunda sorun çiktigini tahmin ederek kendini kartala dönüstürdü. Yapabilecegi bir sey olup olmadigini anlamak için havalandi. Sahini gördü ve pesine takildi. Asgard?da bekleyen, yol gözleyen tanrilar,Loki?yi pençelerinde bir findikla kendilerine dogru uçarken gördüler. Dev bir kartal hizla arkasindan yaklasiyordu. Tanrilar hemen talaslarla dolu torbalar hazirlayip Asgard?in duvarlarinin çevresine yerlestirmeye koyuldular. Sahin, duvarlarin üzerinden güvenli tarafa geçer geçmez tanrilar, talaslari, kükreyerek göklere yükselen alevler çikaracak sekilde ateslediler. Kartal, sahini yönünü degistirmeyecek kadar büyük bir hizla izlemekteydi. Alevlerin içine daldi ve tüyleri ates aldi. Aci içinde kapilarin yaninda topraga düstü ve tanrilar onu öldürdüler. Thjazi?nin kizi Skadi, babasinin öldürülmesinin intikamini almakla yükümlüydü. Bütün bir zirh kusandi. Her iki eline birer silah alarak Asgard?a yöneldi. Asgard?a ulastiginda Odin dedi ki: ?Ölü bir adamin yakinina, wergild sunmak gelenegimizdir. Bu yüzden sana aramizdan istedigin kocayi seçme hakkini sunuyoruz. Ancak bir sartla, o da; seçimini sadece ayaklarimiza bakarak yapmalisin.? Skadi kabul etti.Odin?in oglu Baldur?a asikti. Çünkü o çok iyiydi.?Baldur?u kocam olarak seçecegim?dedi. ?Onu ayaklarindan taniyacagimdan eminim çünkü her seyi öyle güzel ki ayaklari da öyle olmali.Bu yüzden? Iste bu ayaklari seçiyorum!? Ayaklarin sahibi ortaya çikarken tanrilar gülümsemelerini saklamaya çalistilar.Çünkü ayaklar Baldur?un degil,Njord?un du. Bunun üzerine Odin ?Seni güldüremedigimiz sürece verdigimiz bedel yeterli sayilmaz?dedi. Skadi, ona karanlik bir bakis firlatarak ?Aranizdan bunu yapabilecek olani görmek isterdim?dedi. ?Seçtigim bu kocayla içimden hiç de gülmek gelmiyor.? Fakat Loki, pek çok yetenegi olan bir tanriydi. Hemen bir oyuncu oldu ve bir tekeyle halat çekme oyununa giristi. Tanri kucagina düstügünde, Skadi kendini tutmasina ragmen, onun maskaraliklarina gülmekten kendini alamadi. Daha sonra Odin, Thjazi?nin iki gözünü alarak onlari parlak yildizlar olmalari için göklere yerlestirdi. Skadi, babasina yapilan bu övgüden dolayi onurlandi. Kizginliginin yerini tatmin aldi ve tanrilarla baristi.

 

Geri | Sayfa Başına Dön