Sayfa No - 2 -
...::: KIZILDERİLİ SÖZLERİ :::...
Allah' ın kelimeleri meşe yaprağı gibi sararıp düşmez: cam yaprağı gibi ilelebet yeşil kalır.
Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece ikimiz eşit oluruz.
Aşkı tanıdığında, Yaratıcı'yı da tanırsın. (Fox Kabilesi)
Bir başkasının kabahati hakkında konuşmadan önce daima kendi makoseninin içine bak (Sauk Kabilesi)
Bir düşman çok, yüz dost azdır. (Hopi Kabilesi)
Bir kere "Al şunu" demek, iki kere "Ben vereceğim" demekten iyidir. (Kabilesi bilinmiyor)
Doğum yapan herşey dişidir. Kadınların ezelden beri bildiği kainatin dengelerini erkekler de anlamaya başladıkları zaman, dünya daha iyi bir dünya olmak üzere degişmeye baslamış olacaktır. (Mohawk Kabilesi)
Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem utanç duymayayım. (Apache Kabilesi)
Fakir olmak, şerefsiz olmaktan daha küçük bir meseledir.
Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz.
Gözün ile değil, yüreğin ile hüküm ver.
Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Halbuki bilgi mazidir, hikmet ise istikbal (Lumbee Kabilesi)
İhanet arkadaşlık zincirini karartır, fakat vefa onu her zamankinden parlak yapar.
İlkbaharda usul usul yürü; toprak ona hamiledir...
İnsanın gözleri öyle kelimelerle konuşur ki dil onları telaffuz edemez.
Kehanet, muhtemel bir olayı kesin bir bakış ile görmekten başka şey değildir. Hava ya bulutlu olacaktır, ya da güneş açacaktır. (Cherokee Kabilesi)
Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme, takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece ikimiz eşit oluruz. (Ute Kabilesi)
Komşun hakkında hüküm vermeden önce, iki ay onun makosenleriyle yürü! (Cheyenne Kabilesi)
Ölüler güç ve bilgilerini beraberinde götürmez, yaºayanlara ilave eder. (Hopi Kabilesi)
Senin vicdanın senden başkasını temsil edemez.
Sevgi ile yorulmadan ilerleriz. Sevgi ile, sadece onunla başkaları için fedakarlık yapabiliriz.
Şeytan hakkında konuşmayın.Gençlerin kalbinde merak uyandırır. (Siyu Kabilesi)
Su gibi olmalıyız. Her şeyden aşağıda, ama kayadan bile kuvvetli. (Siyu Kabilesi)
Unutmayın çocuklarınız sizin değildir. Onu Yaratıcı'dan ödünç aldınız. (Mohawk Kabilesi)
Yapmamız gereken: her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır.
Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem utanç duymayayım. (Apache Kabilesi)
Bütün Kızılderililer her yerde durmadan dans etmelidir. Önümüzdeki ilkyaz Yüce Ruh gelecek. Bütün av hayvanlarını geri getirecek. Avdan geçilmeyecek bu topraklarda. Bütün ölü Kızılderililer geri gelecek ve yeniden yaşayacaklar. (Wovoka)
Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen birşey olduğunu anlayacak.
Yeryüzüne iyi muamele et! O babanızın malı değil, onu çocuklarınızdan ödünç aldınız.
Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki? Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse insanoğlu büyük bir ruh yalnızlığı içinde ölecektir. Hayvanlara ne olduysa insanlara da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının da başına gelecektir.
Biz ağaçlara zarar vermek istemeyiz. Ne zaman onları kesmemiz gerekse, önce onlara tütün ikram ederiz. Odunu asla ziyan etmeyiz, lazım olduğu kadar keser, kestiğimizin hepsini kullanırız. Eğer onların hislerini düşünmez ve kesmeden önce tütün ikram etmezsek, ormanın diğer bütün ağaçları gözyaşı dökecektir, bu da bizim kalbimizi yaralar.
Yanlışı gören ve önlemek için eli uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur.
Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır. Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür. Ve her insan bir görevle yaratılmıştır.
Nimette külfette 'Büyük Ruh' un elindedir. Bazen onun külfeti bizi nimetinden daha fazla akıllandırır.
Eğer sorsanız: 'Sessizlik nedir?' Cevap veririz: O Büyük Ruh' un sesidir. Yine sorsanız: 'Sessizliğin meyveleri nelerdir?' Cevap veririz: Kendi kendini kontrol, gerçek cesaret demek olan metanet, sabır, vakar ve saygı.'
Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz.
Eğer herkes bir başkası için bir şey yaparsa dünyada ihtiyaç içinde kimse kalmaz. Sadece bir kişiye yardım et! Şimdiki usul bu değil ama inanıyorum, insanlar bu yolu öğrenecekler.
Barış ve mutluluk her anda mevcuttur. Barış ve mutluluk her adımdadır. Ruhun meseleleri için siyasi çözümler yoktur.
Üç barış vardır: Birinci barış, en önemli barıştır. İnsan ruhundadır o. İnsan, kainatla ve kainatın bütün güçleri ile olan ilişkisini, beraberliğini farkettiğinde, kainatın merkezinde Büyük Ruh'un durduğunu ve bu merkezin her yerde, her birimizin içinde olduğunu farkettiğinde birinci barış sağlanmıştır. Bu gerçek barıştır, diğerleri sadece bunun akisleridir. İkinci barış iki fert arasında olan barıştır. Üçüncü barış ise iki millet arasında yapılır. Fakat hepsinden önce, anlamalısınız ki 'gerçek barış' dediğim birinci barış, insanın ruhundaki barış yoksa ne fertler ne de milletler arasında barış olabilir.
İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır.
Ağlamaktan korkma! Zihindeki ıstırap veren düşünceler gözyaşı ile temizlenir.
Bir kere 'Al şunu' demek, iki kere 'Ben vereceğim' demekten iyidir.
Yağmur iyilerin üzerine de yağar, kötülerin de..
Herbirimizin farklı bir rüya gördüğünü hatırlatmakta fayda var.
Yaşlılık ölüm kadar şerefli değildir. Yine de çok kimse onu ister.
Her şey halkadır. Her birimiz kendi hareketlerimizden sorumluyuz. Hepsi döner dolaşır, bize geri gelir.
Avlayacaksan en zayıf geyiği avla, çünkü sağlam olanlar yeni neslin devamını sağlayacaktır.
//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
BİR ZAMANLAR AMERİKA
Bu konuşma, 1854'te Kızılderili şef Seattle tarafından, kendisine halkının topraklarını satması teklif edilince yapılmış. Dr. Henry Smith tarafından kaydedilmiş ve 29 Ekim 1887'de Seattle SundayStar'da yayımlanmıştır.
Yüzyıllardır ecdadımıza gözyaşı dökmüş olan ve bize ezeli görünen gökyüzü, değişebilir. Bugün açıksa yarın bulutlarla dolabilir. Benîm sözlerimse hiç batmayan yıldızlar gibidir. Washington, Büyük Şef Seattle'ın sözlerinin doğruluğundan emin olmalıdır. Tıpkı soluk yüzlü kardeşlerimizin mevsimlerin çevriminden emin olduğu gibi.
Beyaz şefin oğlu, babasının bize dostluk ve iyi niyet dolu selamını gönderdiğini söylüyor. Bu çok nazik bir davranış. Çünkü karşılığında bizim dostluğumuza pek ihtiyacı yok. Onun halkı kalabalık, engin çayırdaki otlar gibi. Benim halkımsa çok az, üzerinden fırtına geçmiş bir ovada tek tük kalmış ağaçlar gibi.
Büyük, ve eminim ki iyi beyaz şef, toprağımızı almak istediğini söylemiş, ama bize üzerinde rahat rahat yaşayabileceğimiz kadar arazi bırakacakmış. Bu çok cömert bir davranış, çünkü artık kızılderilinin beyaz adamın saygı duyması gereken pek bir hakkı kalmadı. Aynı zamanda da akıllıca bir teklif, çünkü bizim artık büyük bir ülkeye ihtiyacımız yok.
BİR ZAMANLAR
Halkımız tüm ülkeyi kaplıyordu, tıpkı fırtınalı bir denizdeki dalgaların deniz tabanını kapladıkları gibi. Ama bu çok eskilerde kaldı, kabilelerin yüceliği neredeyse unutuldu bile. Bu zamansız yok oluşun yasını tutacak değilim, soluk benizli kardeşlerimize bu yok oluşu hızlandırdıkları için kızacak da değilim, hiç kuşkusuz bu mahvoluşta bizim kendi suçumuz da vardı.
Genç erkeklerimiz gerçek ya da hayali bir hataya kızıp da yüzlerine kara boya çaldıklarında, yürekleri de bozulup kararıyor. O zaman vahşetleri dizginlenemez olup dur durak dinlemiyor; yaşlı erkeklerimiz onları zaptedemiyor.
Ama umalım ki kızılderililer ile soluk benizli kardeşleri arasındaki düşmanlık artık dönmemecesine sona ermiş olsun. Bu düşmanlıktan hiçbirimiz bir şey kazanamayız, ancak kaybederiz. Doğrudur, genç yiğitlerimiz intikam almayı kazanç zannediyorlar, kendi hayatları pahasına olsa bile. Oysa savaş zamanı evde kalan ihtiyar erkekler ve kaybedecek oğlu olan kadınlar, intikamın kayıp olduğunu biliyorlar.
Washington'daki büyük babamız, George artık sınırlarını kuzeye doğru kaydırdığına göre o bizim de babamız sayılır, büyük ve iyi babamız bize oğluyla haber gönderip diyor ki söylediklerini yapacak olursak bizi koruyacakmış. Cesur orduları bizim için yek vücut olacak, savaş gemileri limanlarımızı dolduracak, böylece kuzeydeki eski düşmanlarımız Simsiyam ve Hidaslar artık bizim kadınlarımızı ve yaşlı erkeklerimizi korkutamayacakmış. O zaman o bizim babamız, biz de onun çocukları olacakmışız.
AMA BU MÜMKÜN MÜ?
Sizin Tanrınız sizin halkınızı seviyor ve benimkinden nefret ediyor; güçlü kollarını beyaz adamın omzuna atıyor ve bir babanın küçük oğluna yol gösterdiği gibi yol gösteriyor ona. Ama kızılderili çocuklarım çoktan gözden çıkarmış durumda. Sizin insanlarınızı sürekli güçlendiriyor, yakında tüm ülkeye yayılacaklar. Benim halkımsa medcezir gibi çekiliyor ama geri dönmeyecek.
Beyaz adamın Tanrısı kızılderili çocuklarını sevseydi, onları korurdu. Oysa kızılderililer kime başvuracağını bilmeyen yetimler gibi. Nasıl kardeş olabiliriz ki? Sizin babanız nasıl bizim babamız olup da bize refah getirir, içimizde yine yüceleceğimize dair ümitler uyandırabilir?
Bize kalırsa sizin Tanrınız adil değil. Beyaz adama geldi o. Biz onu hiç görmedik. Sesini hiç duymadık: Sizin Tanrınız beyaz adama yasalar bildirdi ama göğü dolduran yıldızlar gibi bu kıtayı dolduran kızılderili çocukları için söyleyecek sözü yoktu. Hayır, biz iki ayrı ırkız ve öyle de kalmalıyız. Aramızda ortak pek az şey var. Bizim atalarımızın külleri bizim için kutsaldır ve mezarları son istirahat yerleridir. Siz ise atalarınızın mezarından, görünüşe bakılırsa pek üzüntü duymadan uzaklaşabiliyorsunuz.
Sizin dininiz kızgın bir tanrının demirden parmağıyla taştan levhalara yazılmış, unutmayasınız diye. Kızılderili bu dini ne hatırlayabilir ne de anlayabilir.
Bizim dinimiz atalarımızın gelenekleri, yaşlılarımızın rüyalarıdır; ulu Ruh ve Reislerimizden gelir, halkımızın yüreğine kazınır.
Sizin ölüleriniz mezara girer girmez sizleri ve topraklarını sevmeyi bırakır. Yıldızların ötesine gidip unutulurlar ve hiç geri dönmezler. Bizim ölülerimizse onlara verilmiş bu güzel dünyayı hiç unutmazlar. Kıvrılan nehirlerini, yüce dağlarını ve zaptedilmiş vadilerini sevmeyi sürdürürler; yalnız bıraktıkları yaşayanları şefkatle özlerler ve sık sık onları avutmak üzere geri dönerler.
Gece ve gündüz bir arada olmaz. Dağ yamaçlarındaki sis kızgın sabah güneşi karşısında nasıl geri çekilirse, kızılderili de öyle kaçmıştır yaklaşan beyaz adamdan.
Ancak teklifiniz adil bir teklife benziyor; sanırım halkım bunu kabul edecek. Onlara ayırdığınız topraklarda barış içinde yaşamaya gidecek. Çünkü büyük beyaz şefin sözleri doğanın sesine benziyor. Geceyarısı denizinden içerilere süzülen yoğun bir sis gibi halkımın etrafım saran koyu karanlıktan sesleniyor ona.
Kalan günlerimizi nerede geçireceğimizin pek bir önemi yok.
FAZLA KALMADI ZATEN
Kızılderilinin gecesi besbelli karanlık olacak. Ufukta tek bir parlak yıldız görünmüyor. Uzaklarda üzgün sesli rüzgârlar inliyor. Kızılderilinin ardına kötü kaderi takıldı artık. Nereye giderse gitsin zalim düşmanının yaklaşan adımlarını duyacak ve kıyametini karşılamaya hazırlanacak; tıpkı avcının adımlarını ardında duyan yaralı bir ceylan gibi. Doğup batan birkaç ay daha, birkaç kış daha... Ve sonunda bir zamanlar sizler kadar güçlü ve ümitli olan halkımın mezarlarının başında ağlayacak kimse kalmayacak. Ama neden üzülelim ki? Neden halkımın kaderine inleyeyim? Kabileler insanlardan oluşur ve tek tek bireyleri kadardır gücü. İnsanlar denizin dalgalan gibi gelir, gider. Bir gözyaşı, bir ağıt, derken özlem dolu gözlerimizden silinip yok olurlar. Tanrısı kendisiyle arkadaş gibi yürüyen ve konuşan beyaz adam bile bu ortak kaderden ayrı tutulamaz. Belki de kardeşizdir her şeye rağmen. Göreceğiz...
Topraklarımızı alma teklifinizi düşüneceğiz ve karar verince size bildireceğiz. Ama kabul edecek olursak, şu anda ve burada birinci şartımı belirtiyorum: Her arzu ettiğimizde atalarımızın ve arkadaşlarımızın mezarlarını rahatsız edilmeksizin ziyaret etme hakkı verilecek bize. Bu ülkenin her yanı benim halkım için kutsaldır. Her yamaç, her vadi, her ova ve koru kabilemin acı ya da tatlı bir anısıyla doludur.
TAŞLAR BİLE
Sessiz sahilde ağırbaşlı yücelikleriyle güneşin altında dilsizcesine dururken, halkımın kaderiyle bağlantılı olayların anılarıyla titrerler. Ayaklarının altındaki toprak bizim adımlarımıza beyaz adamın adımlarına olduğundan daha büyük bir sevgiyle yanıt verir, çünkü atalarımızın küllerinden oluşmaktadır. Çıplak ayaklarımız bu sevgi dolu dokunuşun farkındadır, çünkü toprak halkımızın yaşamıyla doludur.
Bir zamanlar burada severek yaşamış ve artık adları unutulmuş olan yiğitler, şefkatli analar, neşeli genç kızlar ve küçük çocuklar, bu ıssız toprakları sevgiyle anarlar hâlâ.
Bu dünyadan en son kızılderili de yok olduğunda ve anısı beyaz adamlar arasında bir efsaneye dönüştüğünde, bu kıyılar benim kabilemin görünmez ölüleriyle dolu olacak. Sizin çocuklarınızın çocukları tarlada, dükkânda, yollarda ya da ormanın sessizliğinde kendilerini yalnız zannettiklerinde, aslında yalnız olmayacaklar. Yeryüzünün hiçbir yerinde mutlak yalnızlığa ayrılmış bir yer yoktur. Geceleri, kent ve köylerinizin sokaklarından el ayak çekildiğinde, siz onların boşaldığını sanacaksınız. Oysa yollar bir zamanlar bu güzel toprakta yaşamış olan ve onu hâlâ seven esas sahipleriyle dolup taşacak. Beyaz adam hiç yalnız kalamayacak.
Beyaz adam adil olsun ve halkıma iyi davransın. Çünkü ölüler hiç de sandığınız kadar güçsüz değildir.
(Bu mektup, Engin Geçtan'ın Metis Yayınları'ndan çıkan Hayat adlı kitabının son bölümünde yer almaktadır)